İnsanın Sürekli Oluş Hâli: Varoluşçu Psikoterapi Perspektifi
Buse Nil Atar
14 Nis
2 dakikada okunur
Varoluşçu felsefe ve psikoterapi, insanın kendini aşma (self-transcendence) sürecini, sabit bir varlık olmaktan çok, sürekli bir hareket ve dönüşüm içinde bulunan bir varlık olarak tanımlar. Bu bağlamda, varoluşçular için "kendini aşmak" kavramı, yalnızca günlük hayatın dışına çıkıp yeni hobiler edinmek, korkuların üzerine gitmek ya da konfor alanından çıkmak gibi dışsal bir değişimi ifade etmez. Daha derin ve varoluşsal bir boyutta, insan sürekli olarak kendini aşmaktadır, çünkü insanın doğası gereği sabit kalması mümkün değildir. İnsanın varoluşu, her an bir sonraki ana doğru uzanan bir süreçtir ve bu süreç, bireyin her an kendisinin ötesine geçmesiyle şekillenir.
Bu, insanın yönelimselliği (intentionality) ile doğrudan ilişkilidir. Yönelimsellik, insanın her zaman bir şeylere yöneldiğini, bir amacı olduğunu ve niyetlerinin bir hedefe yönelik olduğunu ifade eder. İnsan sadece durağan bir varlık değildir; hep bir şey yapar, hisseder, düşünür, bir şeye bakar, ya da bir amaca doğru hareket eder. Varoluşçular, bu sürekli hareketi ve değişimi, insanın ontolojik yapısının bir parçası olarak görürler. İnsan, varlık olarak statik kalmaz; sürekli olarak bir "extasis" (kendinin dışına çıkma) halindedir. Diğer bir deyişle, insan her zaman bulunduğu halin ötesine doğru bir hareket halindedir ve bu, insanın varoluşunun temel bir özelliğidir. Bu yönüyle, insan, nesnelerden farklıdır. Bir nesne statiktir; var olduğu haliyle kalır ve dış koşullarla şekillenir. Ancak insan, özne olarak, hem dış koşullardan etkilenir hem de içsel yaratımıyla kendi varoluşunu belirler.
Varoluşçu terapi, bireyin yönelimselliğini fark etmesine ve bu yönelimi daha bilinçli ve amaçlı bir şekilde yönlendirmesine yardımcı olmayı amaçlar. İnsanın yönü, iradi bir şekilde tayin edilmese bile, bir yönü her zaman vardır; bu yönelim farkında olunmasa da sürekli olarak devam eder. Varoluşçu terapinin amacı, danışanın bu yönelimlerini ve niyetlerini açığa çıkararak, onları daha sahiplenilmiş ve bireye daha iyi gelecek bir şekilde gerçekleştirmesini sağlamaktır. Örneğin, sürekli telefona bakma davranışı, bireyin bir şeye yönelimidir; ancak bu yönelimin farkına varılması, bireyin bunu daha faydalı ve tatmin edici bir faaliyete kanalize etmesine olanak tanır.
Sonuç olarak, varoluşçu terapi, bireyin sadece bir amacı olup olmadığını değil, bu amacı nasıl gerçekleştirdiğini, bu amaca nasıl sahip çıktığını ve hayatına nasıl yön verdiğini araştırır. Yönelimlerin farkında olmak ve bunları bilinçli bir şekilde yönetmek, bireyin daha otantik ve tatmin edici bir yaşam sürmesine katkı sağlar. Çünkü varoluşçu yaklaşıma göre, insanın kendini aşmamak gibi bir seçeneği yoktur; insan her an kendini aşmakta, kendisinin ötesine geçmektedir. Bu nedenle, insanın bu hareketi bilinçli bir şekilde yönlendirmesi, daha anlamlı ve otantik bir yaşam sürmesine yardımcı olabilir.
Comments